Robin Sharma‘nın “Sen Ölünce Kim Ağlar?” adlı kitabından kendim için seçtiğim 20 maddenin son 5’ini sizlerle paylaşıyorum. Bu serinin ilk makalesine buradan, ikincisine de buradan ulaşabilirsiniz. Keyifli okumalar diler, sizlerin de en azından bazı maddeleri günlük hayatınızda uygulamanızı ve değişimi görmenizi umarım.
16. Başladığın Her Kitabı Bitirme
Sharma’nın kitabını okumaya başlamamı sağlayan, kitabı kurcalarken karşıma çıkan bu öğüt olmuştu. Muhtemelen siz de okumaya başladığı her kitabı bitirmek zorunda hissedenlerdensiniz. Ya da bir kitabı yarım bıraktığında kendisini kötü hissedenlerden. Aynısını sinemada izlemeye gittiği bir filmi yarıda bırakıp gidemeyenler de yaşar. Özellikle sadece filmdeki yıldızların isimleri üzerinden para kazanmayı hedefleyen filmlerde rastlanır buna.
Gerçek şu ki, bu dünya üzerindeki hayatımız gerçekten çok kısa. Bu sebeple, her kitap veya film bizim vaktimizi ayırmamız için yeterince değerli değil. Bir kitaba para vermiş olmanız, arkadaş tavsiyesi ile almanız ya da sinema izlemek için ayırdığınız iki saatin birinin boş kalması, başladığınız aktiviteyi bitirmek zorunda hissetmenizi sağlayabilir. Ama gerçek öyle değil…
Hali hazırda sıkıldığınız bir kitabı kenara atarak, gerçekten size birşeyler katacak başka bir kitabı okumaya vakit ayırabilirsiniz. Ya da ilk yarım saatinden hiç keyif alamadığınız bir filmden, o dakikada çıkabilir kalan vakti sevdiklerinize ya da kendinize ayırarak geçirebilirsiniz.
Yapacağınız her ne olursa olsun, zorunda değilsiniz. Netekim Francis Bacon’ın dediği gibi “Bazı kitaplar tadına bakmak, bazıları yutmak, bazıları da çiğnemek ve yutmak içindir”. Bu sebeple ilk birkaç bölümünden hiç tat almadığınız bir kitabı kenara atmakla hata yapmış olmazsınız.
17. Her Çalan Telefonu Açma
Graham Bell telefonu icat ederek hepimize güzel bir kıyak geçtiyse de; telefonlar doğru kullanılmadığı takdirde, modern hayatın taşınabilir işkence aracı haline gelebiliyor. Ailenizle keyifli bir yemek yerken çalan telefonu duyup, arka odaya koşup açıyor musunuz? Sahilde keyifli bir yürüyüş yaparken, telefonunuzu ilk çalışta açabilmek için montunuzla mücadele içine giriyor musunuz? Sevdiceğinizle yüzyüze konuşurken, çalan telefonunuzda en azından kimin aradığını görmek için yırtınıyor musunuz? Öyleyse “yanlış yapıyorsunuz!” dememe gerek yok sanırım.
Sorun şu ki, telefonlar bizim hayatımızı kolaylaştırmak için var, başkalarınınkini değil! Elbette mesai saatleri içerisinde, işiniz gereği sürekli ulaşılır olmanız gerekebilir. Ancak bu durum da o an yaptığınız iş her ne olursa olsun telefonu hemen açmanız anlamına gelmez. Önceliklendirmeyi iyi yapmak gerek, çünkü telefonla konuşurken bir yandan başka bir işi halletmeye çalışmak, hem karşınızdakine saygısızlık etmek hem de hata yapmak için davetiye çıkarmak demek.
Eğer yeri geldiğinde telefonunuzu sessize almayı –titreşime değil, sessize!– beceremiyorsanız, hayatınızda sükûnete yer bırakmanız mümkün olmayacaktır. Sükûnet yoksa, dinlenmek bir kenara, sürekli diken üstünde beklemek, dolayısıyla durduk yerde pilinizi boşaltmak söz konusu olacaktır. O yüzden yeri geldiğinde telefonunuzu kapatmayı; yüzyüze bir diyaloğun ortasında kimin aradığına bakmadan o aramayı sessize almayı bilin.
Tabi bu arada telefonlara cevap vermemeyi de bir adet haline getirmeyin, sizi arayanlara mutlaka geri dönün, ama kendi belirlediğiniz zamanda… Ancak siz, siz olun telefonlara cevap vermemeyi profesyonel veya özel hayatınızda bir mobbing unsuru olarak kullanacak kadar da çocuklaşmayın.
18. Her Gün Ailenle Yemek Ye
Modern yaşamın bir götürüsü de ailecek yenen yemeklere ayrılan zamanın azalması. Neyse ki Türk örf ve adetlerinde hala ailecek yemek yeme önemli bir yer tutuyor. Ancak bu sefer de yemek sofrasının yanı başında istenmeyen bir misafir yemeğe katılıyor, televizyon.
Zaten günlük hayatın koşturmacasında ailemizden uzak yaşıyoruz. Çoğumuz iş arkadaşları ile ailesinden daha fazla vakit geçiriyor. Bir de akşam olup yorgunluk bastırdı mı, bir an önce yemeğimizi yiyip sofradan kalkmak için can atıyoruz. Ya da televizyondaki abuk bir yarışma programını izlerken, sevgilimizin, ebeveynlerimizin, kardeşimizin veya çocuğumuzun bize anlatmaya çalıştığı önemli bir meramını beyinciğimizle dinliyoruz.
Dünyadaki en çok değer verdiğiniz insanlardan daha fazla uzaklaşmamak, hem onları hem de kendinizi dinleyebilmek için mümkünse hergün onlarla en az bir öğünü birlikte yiyin. Ve o öğünde televizyon, telefon gibi dikkat dağıtıcı unsurları sofraya getirmek yerine; “bugün yeni ne öğrendiniz?” diyerek sofrada geçen zamanınızı uzatın ve daha değerli kılın.
19. Eve Girmeden Önce Üzerinizdeki Sıkıntıları Atın
Bütün gün bir koşturmacanın içindesiniz. İnsanlara laf yetiştirmekten bıkmış, konuşmaktan usanmışsınız; dinlemekse artık sizin için bir seçenek bile değil. Yorgunluktan bitmiş, yığılacak yer arıyorsunuz. Eh, bu halde eve girdiğinizde de “aman bana dokunma şuraya biraz uzanayım” veya “şimdi bunları konuşacak / seni dinleyecek halim yok” gibi acımasız cümleleri en sevdiğimiz insanlara karşı kullanmak maalesef sıklıkla düşebildiğimiz hatalar içerisinde yer alıyor.
Bunu aşmak için en kısa yollardan biri, eve girmeden önce bir 10 dakika mola almak. O gün işte biriken stresi veya yarın yapılacak işlerin yükünü eve taşımak yerine, keyfinizi yerine getirecek bir müzik dinlemek, evinizin etrafında birkaç tur atmak daha iyi alternatifler olabilir. Negatif düşünceler yerine, ailenizi içeren pozitif düşüncelere, hayallere odaklanmak da işinizi görecektir.
İşten gelip, eve girmeden alacağınız bu 10 dakikalık mola, size sevdiklerinize ulaşmadan dışarının mikrobundan, pisliğinden arınmak için kullanabileceğiniz sanal bir duş etkisi yaratacak. Yenilenmiş ve daha mutlu olarak en sevdiklerinize kavuştuğunuzda zaten dertler dert olmaktan çıkıp, aşılacak basit engeller olarak önünüze gelecektir.
20. Olmak İstediğiniz Kişi Gibi Davranın
Bu yaklaşıma “-mış gibi yapmak” da diyenler olsa da Sharma konunun özünü daha iyi anlatmış sanırım. Düşüncelerimiz davranışlarımızı, davranışlarımız da hayatımızı şekillendiriyor. Ancak araştırmalar, bu etkinin iki yönlü olduğunu gösteriyor. Yani davranışlarımız da aynı zamanda düşüncelerimizi etkiliyor.
Örneğin zorlu geçeceğine inandığınız pazartesi sabahı işinize asık bir suratla gidip, etrafa “bana sabah kahvemi içmeden yaklaşan son kişi Zincirlikuyu’da yatıyor” ifadesiyle bakınırsanız muhtemelen gerçekten zorlu bir pazartesi ile karşılaşırsınız. Ancak bir şekilde o “kara” pazartesiye bile işler yoluna gireceği inancıyla gülümseyerek yaklaşabilirseniz, bir süre sonra hakikaten düşüncelerinizdeki karanlık bulutların dağıldığını, en azından uzaktan güneşin gözüktüğünü farkedeceksiniz. Bir dahaki pazartesi deneyin bakalım bunu, ne olacak?
Aslında bu konuda yapılmış birçok araştırma var. Bunlardan birisi Stanford Üniversitesinden. Yapılan deney çerçevesinde bir grup üniversite öğrencisine hapishane gardiyanı, diğerlerine ise mahkum olarak davranmaları söyleniyor. İşler sadece 6 günde öyle sarpa sarıyor ki, psikologlar deneyi durdurmak zorunda kalıyor. Gardiyan rolüne bürünenler acımasız ve özensiz davranışlarda bulunurken, mahkum gibi davrananlar ise depresif bir halde hatta ağlayarak ortada dolaşmaya başlıyorlar.
İşte bu gücü pozitif yönde kullandığınızda olacaklar da eminim sizleri memnun edecektir.
Geri bildirim: Alçakgönüllülük ve Sessizlik Yemini | Aç Kuzu