İsveçli merhum yazar Stieg Larsson’un Millennium adlı üçlemesinin ilk kitabı olan The Girl with the Dragon Tattoo‘yu (Ejderha Dövmeli Kız) yakın zaman önce okudum. Oldukça enteresan, geçmişte yaşanmış ve hala çözülememiş bir cinayetin odağında, başlarda çok sürükleyici olmasa da akıcı anlatımı ile kendisini okutan bir kitapla karşılaştığımı söyleyebilirim. Kitabı bu kadar popüler yapan, yazarının ölümünden sonra yayınlanması mı yoksa başka bir pazarlama hikmeti mi tam olarak emin olamasam da, 3 kitaplık basılan serinin, yazar ölmeseydi 10 kitaplık bir seri olarak düşünüldüğü söyleniyor.
Kitabı bitirdikten sonra, 2009 yılında “Män som hatar kvinnor” (Kadınlardan Nefret Eden Erkekler) ismiyle izleyenlerin beğenisine sunulan İsveç yapımı filmini izledim, ancak tatmin olmadığımı söyleyebilirim. Kitap uyarlamalarının prodüksiyon maliyetlerinden ve film süresinden kısmak için genellikle makaslandığını ve değiştirildiğini biliyoruz. İyi bir kitap uyarlaması bence bu kesintilerin en az miktarda yapıldığı, daha iyisi kesintilerden daha anlamlı bir bağ oluşturulabildiği zaman ortaya çıkıyor. Maalesef Niels Arden Oplev isimli Danimarka’lı yönetmenin çektiği bu film için bunu söylemek mümkün değil. Öyle ki, kitapta kilit bir noktada bulunan ve yaşayan bir karakter için “yıllar önce kanser olup öldü” denip geçiliyor. Ya da en azından İsveç’te yaşayanların ne kadar kahve tükettiğini kaçırabiliyorsunuz -kitabı okuduğunuzda, sürekli kahve içmek isteyecek ve anlayacaksınız…
Yeni yıla girmek üzere olduğumuz bugünlerde, Amerika’da Ejderha Dövmeli Kız’ın Hollywood versiyonu vizyona girdi, 2012’de Türkiye’de de gösterime girecek. Fight Club (Dövüş Kulübü), Se7en, The Social Network (Sosyal Ağ) ve The Curious Case of Benjamin Button (Benjamin Button’un Merak Uyandıran Hikayesi) filmlerin efsanevi yönetmeni David Fincher tarafından çekilen bu filmde, başrolde son James Bond, Memati’nin Hollywood şubesi olan Daniel Craig bulunuyor. Hacker kızımız Lisbeth Salander’i ise Rooney Mara canlandırmış. Filmin bu Amerikan versiyonunun kadrosuna baktığımızda, bizi daha iyi bir uyarlamanın beklediğine inanmak hata olmaz diye düşünüyorum.
Peki önce kitabı okumak mı, yoksa filmi izlemek mi? Bence, kesinlikle önce kitabı okuyun, gerçekten başınızı ağrıtmayacak, heyecanla okuyabileceğiniz enteresan bir kitap. Mümkünse İngilizce’sini okumanızı da tavsiye ediyorum çünkü zaten bir edebi eser diller arasında çevrildiğinde çeşitli özelliklerini yitirirken, bir ara dille (İsveççe? –> İngilizce –> Türkçe) çevrildiğinde daha da fazla kayıpla karşılaşıp, yazarın demek istediğini kaçırmak ya da bir hataya takılıp kalmak mümkün olabiliyor. Kitabı okuduktan sonra da, önce İsveç yapımı filmi, daha sonra ise Hollywood yapımı olanı izlemenizi öneriyorum.
Serinin diğer kitapları olan “The Girl Who Played With Fire” (Ateşle Oynayan Kız) ve “The Girl Who Kicked The Hornet’s Nest” (Arı Kovanını Tekmeleyen Kız) için de İsveç yapımı filmler bulunuyor ve bunların da Hollwyood versiyonlarının çekileceğini tahmin edebiliriz. Herneyse, siz ilk kitabı bir bitirin ve filmi izledikten sonra görüşlerinizi yorumlarınızla paylaşın, bakalım siz bu kitabın uyarlaması hakkında ne düşüneceksiniz…